% 3, % 50, % 8, % 31, % 1, % 0.9, % 61, % 43, % 2, % 4.3…
Bu yüzdeler kadına şiddet başlığı altında onlarca veriden gözümün önünde uçuşanlar yalnızca. Ortadoğu ülkelerinde kadına şiddet ve Avrupa ülkeleriyle kıyaslamaları merak ettim dün akşam. Bu konu hakkında maalesef sayısız haber, makale ve yazı buldum. İnternetteki bilgi kirliliğini göz önünde bulundurarak biraz daha karıştırdım siteleri.
Neresinden nasıl incelemek isterdiniz bu konuyu? Yıllara yaygın gelişimi mi bilelim mesela, yoksa ülkeler sıralamasını… Ülkemizdeki bölgesel dağılım da olur, şehirlerin ‘yarışı’ da… Peki hangi cinayet aletiyle yıllar bazında kaç kadının öldürüldüğünün grafiğine ne dersiniz? Ya da yine cinayet, taciz, yaralama gibi başlıklar altındaki oranları öğrenmek ister misiniz? Veriler inanılmaz incitici, itici, üzücü, mide bulandırıcı, “neresinden neye kimler nasıl müdahale etse değişir dünya” diye düşündürüp, işin içinden çıkılmaz hale getirir, okuyanın kalbini, beynini yakar cinsten.
Sessiz kalmanın soruna ortak olmaktan başka bir şey ifade etmediği, ses çıkarmanınsa hafif kaldığı... Kim ne ceza alıyor bilmem, bu işlerin hafifletici nedenleri var mıdır yasalarda bilmek istemem... Benim aklım almadı almaz, insanın değil sadece insana, toprağa, bitkilere, hayvanlara verdiği zararı… Ha bir kadının canını yakmış, ha bir hayvanı sürüklemiş arabanın arkasında, ha dönmüş adamın birini bıçaklamış, ha bir ormanı yakmış boydan boya bir ufacık rant uğruna ya da mangalın sönmeyen koruna... Bunlardan birini yapabilmişse eğer diğerlerini yapmasına ne engel?
Okuduklarım arasında bir tez dikkatimi çekti, tam da aslında ilk merak ettiğim şeydi… Hazırladığı tablonun dikey kolonunda ülkeler, yatayında kadın şiddetine ait alt başlıklar vardı. Yaralamalar, cinayetler, taciz ve tecavüzler… Avrupa ülkelerinin bazıları çift haneli rakamlara ulaşmışken, Türkiye ve birkaç Orta Doğu ülkesinde daha şiddet yüzdeleri ne kadar da düşüktü. Masanın ortasına koydum tabloyu bu yüzdelerin, Kanada, ABD, İngiltere gibi ülkelere oranla dikkat çekici farkını anlamamıştım.
Sonra tabloyu inceleyenlerden biri dedi ki; ‘’Dikkatten kaçıyor…. Bu çalışmalar şiddet görüp, bunu dile getirebilen kadınlar üstünden yapılıyor, dile getirilmiyor olması, yaşanmadığı anlamına gelmiyor.’’ Haklıydı, önce sesimiz olmalıydı korkmadan gümbür gümbür çıkan. Gücümüz olmalıydı, kadın olmadan önce insan olmanın yeter olduğu yaşamların içerisinde. Gördüğümüzü görmezden gelmeyecek vicdanlarımız olmalıydı, önce kendimiz sonra çevremiz için asla sessiz kalmayacağımız. Eşitliğin, dürüstlüğün, özgürlüğün cinsiyetle, mevkiyle sınanmadığı ve değişmediği doğrularımız olmalıydı önce. Sonra zaten sohbet konularımız da değişirdi zaman içerisinde.
Bu güzel cumartesi gününde bu konularla kimseyi daha fazla yormak değil amacım. İş hayatı zor, trafik yoğun, çocukların ödevleri, mutfağın alışverişi, dışarıdaki kalabalık sesler, içimizde dinmeyen gürültüler, hayatla sonu gelmeyen savaş, hesaplar kitaplar, yaşama telaşı… Bir de şimdi üstüne yeniden kadına şiddet, insana şiddet, cana şiddet konusu. Ama yine de merak da etmiyor değilim, gözlerimizi kısarak baktıklarımızın ya da yok saydıklarımızın oranı da hiç düşük olmasa gerek değil mi?